16 Nisan 2017

, ,

Entelektüel Mastürbasyon


Akademi Yoksulluğu, Zulmü ve Acıyı
Entelektüel Mastürbasyonu İçin Nasıl Kullanıyor?

Dekolonizasyon siyaseti, sömürgeden kurtulma eylemi gibi bir şey değildir. “Kalbi ve aklı sömürgelikten kurtarma” ve “sömürgelikten kurtulma” gibi ifadelerin akademik ortamda hızla tüketiliyor olması, endişe verici. Dedem, sömürgelikten kurtulan biriydi. Öldü, ama yaşıyor olsaydı o, bu akademisyenlerin söz konusu kavramı kendisine izah ettiklerinde kafasını kaşıyıp rahatsızlığını ortaya koyardı.

Beni asıl endişelendiren, terimin sömürgecilik pratiklerinden kurtulmaya dair uygulamaları anımsatıyor olması. Dekolonizasyon, beyaz için farklı, siyah için farklı anlamlara sahip. Peki bu neden önemli? Bu terimi, beyazların elinde olan, siyahların simgesel düzeyde varlık imkânı buldukları akademik mahfillerde duyduğumda, beni neden kaşıntı tutuyor? Boğazım tüm o cümleleri neden yutamıyor, neden kelimelerden oluşan bir hapishaneye dönüşüyor? Sakın bu “dekolonizasyon pratikleri” denilen şey, bizi yeniden sömürgeleştiriyor olmasın?

Beyaz bir akademisyen veya öyleymiş gibi yapan kadar insan muamelesi görmüyorum ben. Beyaz olmayanlara alan açtıklarını iddia edip, insan muamelesi görenlere itiraz etmek şart. Bunlar, bir de gülünç kimi yollardan, pozitif ayrımcılık üzerinde duruyorlar. İşe alım esnasında bizden “yabancı” olmadığımızı göstermemiz isteniyor. Bir siyah, “Dekolonizasyon” kelimesini duyduğunda, aynı acıyı beyaz da hissediyor mu içinde? Amerika’da üst düzey akademisyenler yarışında kalabilmem için daha kaç kez bu türden aşağılayıcı ifadelere katlanmam gerek? Bunları bilmeyen aynı beyaz meslektaşlarım, tüm merhametleri ve zarafetleriyle beyaz olmayanlardan yana saf tuttuklarını göstermek için dekolonizasyon yöntemine dair konferanslarda boy gösteriyorlar.

Beşeri bilimler alanında dekolonizasyon meselesini bir komediye dönüştüren diğer bir husus da kurulan şebekelerin yol açtığı etki. Tarihten bildiğim kadarıyla Kolomb, şebeke kurma konusunda gayet başarılı. Zincirlenmiş, bana benzeyen insanlarla didişmiş, bizleri “Buraya Gel” şarkısıyla bizi bir ağın içine dâhil etmiş.

Akademik mahfillerin zerre güvenliği yok, ayrıca ifade hürriyeti de pek hoş karşılanmıyor oralarda. “Radikal” denilerek cezalandırılıyoruz, ayrıca özgürce konuşma imkânımız yok. Bizlere “fazla duygusal”, “öfkeli”, hatta “akademik açıdan yetersiz” diyorlar. Gerçek bir dekolonizasyon çalışmasında işe alınmama riskine karşın tüm köprüler yakılıyor. Dekolonizasyon çalışmaları sahasında olduğunuzu söylemeniz yetmiyor. Dekolonizasyon yöntemleriyle uğraşanların bile efendinin araçlarını taklit edip cilâlaması asla şaşırtıcı değil, çünkü hepimiz, bu şirketleşmiş dünyada sömürgeciliğe bulaşmış kişileriz.

“Ben sadece sizin ufak çocuklar olarak burada ne aradığınızı, Mapuche topraklarına niye geldiğinizi merak ediyorum. Buraya sizi ne getirdi? Soru mu soracaksınız bize? Bizi çalışma konusu hâline mi getireceksiniz? Ben, sizin eve gidip uzun süredir kalbimde taşıdığım dert yükünü ele almanızı istiyorum oysa.”

Mapuche lideri Ñana Raquel, Nisan 2015’te Şili’de bulunan Araucanía bölgesindeki Curarrehue mezrasına gelen ABD’li insan hakları öğrencilerine bu cevabı veriyordu. Ondaki bu öfke, rizomatik sistemimde devamlı yaşanan değişimlerimi nasıl politize etme ve beşeri bilimleri nasıl deneyimlemem gerektiği meselesini nasıl yeniden tefekkür edeceğim, eksikleri nasıl telafi edeceğim, meseleyle ilgili perspektifleri yeniden nasıl okuyacağım üzerine düşünmeye itti. Araştırma esnasında yaptığımız iş de bu değil mi zaten? Ñana Raquel’in soruları, haklı öfkesi ve gösterdiği tepki, bir toprağı gerçek anlamda neyin tarif ettiğine dair bakış açılarını yeniden düşünmeme neden oldu. Bu, esasında karıncaları ve arıları nasıl anlayacağımı öğrettiğinde, dedemin beynime titizlikle kazıdığı bir bilgi.

Beşeri bilimlerde dayanışma, direniş ve toprak meselesine dair büyük tartışmalar içerisine girmek zorundaysak, politik düşünürler olarak bizlerin bu deneyimler üzerine kafa yorması şart. Akademisyenler olarak kuzeydeki ilkeleri nasıl ele alacağız? Bu işi yaparken, bizi neyin oraya götürdüğü gerçeğini itiraf edecek miyiz kendimize? Homojen akademik ortamlarda faaliyet yürüten (ve zihninde kimi liberal izler taşıyan) birçoğumuz, bu soruyu dobra dobra soracak cürete sahip değiliz.

Seksenlerde ellerindeki mikroskopla Latin kökenlileri gözlemleyip incelemek için bölgeye geldiklerinde pedagoglar, bize savaş sahasına dönüşmüş olan El Salvador’da yaşamanın nasıl bir şey olduğunu sordular. Bu durum, aklıma hemen Raquel’in sorularını getirdi. Raquel de ben de mülksüzdük ve Kuzey Amerika’daki ilkelere göre hareket edip belirli araştırma gündemlerine katkı sunuyorduk. Bu anlamda biz, belirli tarihsel ölçütlere göre “okunma” konusunda benzer bir deneyimi paylaşıyorduk.

Raquel’in sesi heyecanlı, coşkulu bir ses. O gün Riholi’de bulunan Ruka kasabasında toplandık. Çember oluşturduğumuz an, dikkatimizi yaşlıların sessizliği çekti. Raquel, bize çok kıymetli bir ders vermişti aslında. Nepal ve Ürdün’de yürütülen araştırma projelerinde kullanılan işlemleri sorguladıktan sonra, Raquel’in talebi yüzümüze tokat gibi indi. O, bize politik bilincin zahirine sahip olan bizlerin akademik disiplini “egzotik” davranışları incelemek, bu hâliyle, onları kültürel değiş tokuşu neyin teşkil ettiği bilgisinden mahrum etmek, onların kuyusunu kazmak ve bu insanları karalamak için kullandığımızı gösterdi.

Sahada kurulan bu türden etkileşimler, meselenin özüne nüfuz eden soruları çıkarttı açığa: beşeri bilimlerde toplumsal tavizle ilgili meseleleri nasıl ele almalıyız? Bunları unutmakla işe başlamak gerekir mi? Birçok örnekte akademik mahfiller, öğrenim merkezlerinden çok, birer sirke benziyorlar. Bu sirkte daha iyisini yapmaya dönük dış baskılar üzerine kurulu rekabet kültürü, öğretmenle öğrenci arasındaki ilişkiye bir biçimde yön veriyor.

Geleneksel yüksek eğitim sisteminin trajik sonuçlarından biri de sosyal aktivizm konusu üzerine uzman olduğunu iddia eden, ama müdahil olma konusunda zerre deneyime sahip olmayan akademisyenlerle çalışmak. Burada esasen kıyıya köşeye atılmış topluluklarda olan bilgiyi tüketerek, başkalarının acısı üzerinden kariyer edinmiş kişilerden bahsediyorum. “Hiç bilmedikleri veya çok az bildikleri şeyler hakkında” konuşma pratiği, özünde, dekolonizasyon konusunda araştırma yapmak için hazırlık yapan ve birer öğretmen ya da danışman olan bizlere de aktarılıyor.

Linda Smith, “araştırma” kelimesinden iğrendiğini söyleyen bir isim. Ona göre, bu kelime İngilizcedeki en necis kelimelerden biri. Ona pek katılmıyorum aslında. Her sömestr oturup “unutma” kılavuzunu veya ders programını kaleme almaya çalıştığımızda, mevcut toplumsal gerçeklerle beşeri bilimlerde önceden tarif edilmiş disiplini ilişkilendirmemize katkı sunacak içeriği nasıl ele alacağımız üzerine kafa yormak zorunda kalıyoruz. Oysa asıl soru şu: Öğrencilerin kötü not alma korkusu olmadan, özgürce konuştukları ortam nasıl yaratılabilir?

Bugün politik aciliyeti olmasa bile her şeyin üzerinde postkolonizasyon ve dekolonizasyon çalışmalarının tasdik mührü var. Bu türden eğilimler, süsten ibaret ve bizim bu türden çabaların asli temeline karşı çıkmamız gerek. Bir yandan derin bir idrak için çaba sarfetmeden, dayanışmaya dair yüzeysel vizyonlarımızı muhafaza ederken, bir yandan da neoliberal sistemi eleştirmeye devam edemeyiz. Bunlar, kendi sırtımızı okşamaya yarayacak türden eylemler ve sadece sonuçta muteber tüketiciler için alan açmaya yarıyor.

Çalıştığım kurumun koridorları, Dünya’nın Güney’ine dair konferanslar, kolokyumlarla ilgili sahte dayanışma afişleriyle ve Güney’e yönelik seyahat afişleriyle kaplı. Uçağa, otele, yemeğe ve ulaşıma verecek paranız varsa, siz de CV’inize bir iki satır ekleyebilir, yeni toplumsal hareketler ve onların sistemi yıkmaya dönük radikal stratejileri hakkında iki çift laf edebilirsiniz. Ülkeye kaçak girmiş, sizin yatağınızı yapacak olan bir temizlikçinin yanından geçip, onun mücadeleleri hakkında konferans salonunda ahkâm kesebilir, yoksulluk ve emek hakları konusunda akademik muhabbetlere girebilirsiniz.

Entelektüel mastürbasyondan önce bizim o cümlemizi orgazma ulaştıran yoksulluk, korku, zulüm ve acıdan kurtulmak için daha iyi bir şeyler yapmamız gerek. Tartışmalar, soru önerileri, büyük önermeler kaleme almak, “rahatlama”nın bir yolu. Rahatladıktan sonra da başka eğlence yöntemlerine geçiş yapıyoruz.

Neoliberalizm, her şeyi bir ürüne veya deneyime dönüştürdü. Oysa bizim, ders programımızın ve araştırma faaliyetimizin ardındaki iktidar mantığını didik didik etmemiz gerek. Eğer dekolonizasyon pratiğine gerçekten bağlı ve sadıksak, bizim sessizlerin o hiç kaleme dökülmemiş olan seslerine kulak vermemiz, toplulukların iç dinamiklerine dikkat kesilmemiz ve onların deneyimlerine nasıl etiketler bulduğumuzu anlamamız şart.

Clelia O. Rodriguez
6 Nisan 2017
Kaynak

0 Yorum: