28 Kasım 2016
27 Kasım 2016
Hodbin
Kimlikçi siyaset, bir tür bencillik biçimi olarak
zuhur ediyor. Maddî ilişkileri dikine kesen dinamikler, bu sayede
etkisizleştiriliyorlar.
Fidel Castro’nun ölümünü takip eden bir gün içerisinde
onunla ilgili olarak edilen küfürlerde bir yandan eşcinsel edebiyatına, bir
yandan da Kürd edebiyatına sığınılıyor. Dolayısıyla, ABD rejimi ile Küba’daki
düzen arasındaki sınırlar kaldırılıyor. Castro’nun kendisi dışında, öznel
varlığı ötesinde kazandığı anlam ve bağlam, bu küçük burjuva siyaset şahsında
dağıtılmaya çalışılıyor.
Bugün bir bencillik biçimi olarak Müslüman olmakla,
Kürd olmak veya solcu olmak arasında yaşanan bir yarışa tanıklık ediliyor. Dikkatleri
başka yöne çekmek adına, başkaları eleştiriliyor. O eleştirilere bakarak, o
eleştirilerin sahiplerini eleştirmek mümkün. “Kürd”, bir tür bencil varlığın
ideolojik etiketi hâline geliyor. Bu, “kadın”, “sol” gibi etiketler için de
geçerli.
Düzenin ördüğü duvarları yıkmak zorunlu.
* * *
Almanya’daki Avakiancı hareketin şeflerinden Emrah
Cilasun, son dönemde bu hatta gerilediğini somut örneklerle kanıtlıyor. Artık
Tarafçı, liberal Ayşe Hür’ün çizgisine oturan Cilasun, Avakiancılığı sırf bu
bencilliğe fikrî gerekçe ve zemin sunduğu için benimsiyor. Tüm Amerikancı
troçkizmin savunucuları, Castro’ya küfrediyorlar. Cilasun da onlardan geri
kalmıyor. Çünkü Avakiancılığın o “büyük sentez”i, esasen Avrupa’nın kampüs
maoizmi ile Amerikan troçkizmi arasında gerçekleşiyor. Bu sentez, tarihte tepe
noktadaki şahısların “burjuva” ilân edilerek, kendi küçük burjuvalığını gizleme
amacını güdüyor. O liderleri şeytanlaştırıp taşlamak hiçbir sorunu halletmiyor,
sadece ameli bir olmazlığa fırlatıp atıyor.
Cilasun, Castro’yu burjuva kapitalist olmakla
eleştiriyor. Amerika’da çıkan burjuva dergilerden ilham alan bu yaklaşım,
Castro’yu dünyanın en zenginleri listesinde başa yazıyor. O dergiler,
toprakların ve fabrikaların sahibinin Castro olduğu tezviratını üretiyorlar.
Onlar ve Cilasun, özünde devrim öncesi hâkim olan pavyonların ve kumarhanelerin
sahipleri adına konuşuyorlar. Buna solcu kılıf bulmak ise ancak batı
aydınlanmacılığı övgüsü ile mümkün oluyor.
Cilasun, Maçoğlu’nu işte bu zeminde ateşe atıyor. Maçoğlu’nun
Bursa’daki bir CHP’li belediye başkanından plaket almasını eleştiriyor. Ama
kendisinin neden Enver Aysever’gille röportaj[1] yaptığına zerre izahat
getirmiyor. Çünkü Aysever’gillerin o belediye başkanından daha az Kemalist
olduğunu zannediyor. Böylelikle Said-i Nursi ile ilgili kitabını ona kimlerin
yazdırdığını, belgeleri kimlerin verdiğini örtbas etme imkânı buluyor. Ayrıca
Kaypakkaya’yı liberalizme bağlamaya çalışıyor. Kitabını basan yayınevinin
ardındaki zarfta Kemalist, mazrufta Fethullahçı olan eli sorgulamıyor. Bir tekinli
olarak, Tekin’sizlere saldırmayı iş belliyor.
* * *
Bob Avakian’ın tek esprisi, Maoizmin din hâline
geldiği tespiti.[2] Bunun üzerinden dine karşı savaş başlatıyor ve ABD
devletinin 11 Eylül sonrası açtığı savaşa bir biçimde eklemleniyor. Dile
dökülen allı pullu lafların hiçbir önemi bulunmuyor. Sentez, ancak bu zeminde
gerçekleşebiliyor.
Zannediyorlar ki 1968’in cinsellik, altkültür, kimlik
üzerine kurulu siyaseti, emperyalizme ve kapitalizme karşı geliştirilmiş. Oysa
o dönemin aktörleri, açıktan söylüyorlar, tek hedefin Sovyetler olduğunu. Bugün
o küfür edebiyatı, Castro’nun vefatı ile birlikte yeniden gündeme geliyor.
Çünkü efendiler, insanların kendileri dışında bir güç adına, kolektif bir
faaliyet içerisine girmesini istemiyorlar. Kendi özgürlük ve demokrasi
kurgusunun galebe çalması için uğraşıyorlar.
* * *
Sadece Kürd’ü gördüğünü söyleyen, Kürd’e kör. Salt
kadına bakan, kadına düşman. Yalnızca kendi sol fikirlerini yaldızlamakla
meşgul olan, sosyalizmin altını oyuyor. Dinimiz de dilimiz de, elimiz de
sömürülene ve ezilene göre biçimlenmeyi bekliyor. Efendilerin, “sadece
kendinizi düşünün” edebiyatına örgütlenenlerin bu ağır işi üstlenmeleri mümkün
değil.
Kendi bencil varlıklarını öne çıkartanlar, misal
Castro’yu da birey olarak değerlendiriyorlar. Raul’un Fidel’in kardeşi olduğu
için başa geçtiğini zannediyorlar, Raul’un devrim ordusunun komutanlarından
olduğunu görmek istemiyorlar. Castro’nun ahlaksızları, hırsızları, gaspçıları,
Batista uşaklarını cezalandırdığına kızıyorlar, üstelik sol adına.
* * *
AKP yanlısı Müslümanlar da benzer bir dili İran
üzerinden ediniyorlar. Suriye ve İran bağlamında, batıdan gelen tüm liberal
zırvaya kul oluyorlar. Ne emperyalizmle ne de kapitalizmle dertleri var. Bu
nedenle sol liberallerin Castro ile ilgili değerlendirmelerini paylaşıyorlar.
Kişinin dışındaki bir güce bağlanması, müşterek bir aidiyete örgütlenmesi ve
şiddetli bir dalga ile zulmün kalelerini dövmesi, ancak bu sayede önleniyor.
AKP, o dalgayı kırmak için var. Sol, her şeyi kendi üzerine alıyor!
Bugün Tayyip’in yerinde Alper Taş ya da Demirtaş ya da
Kemal Okuyan olsa, Tayyip’in yaptıklarına benzer şeyler yapmak zorunda. O
nedenle, kendilerinde gördükleri, laiklik, aydınlanma gibi vasıfları öne
çıkartıyorlar. İktidara gelseler, Syriza gibi olacaklarını biliyorlar. Bu
yüzden sadece biçimsel ayrımlara vurgu yapıyorlar. En özü, Avrupa solculuğuna
kaçıyorlar. AB savunuculuğu yapıyorlar.
“Bu ülkenin Syriza’sı benim” diye aralarında
yarışanlar, Syriza’ya yönelik saldırıyı protesto etmiyorlar, Syriza’nın halkına
yönelik saldırısına dair tek bir şey söylemiyorlar. Herkes, burjuva siyasetinin
prangalarından memnun. Sadece efendilerin kendilerini işaret edecekleri günü
bekliyorlar. Bu burjuva siyaset pazarında ihtiyaç yaratmak için uğraşıyorlar.
Solun önce kendi dalgakıranları ile uğraşması
gerekiyor. Kendine yeterli, kendinden menkul, kendi varlığını yücelten,
bencilliği solculuk zanneden yanını kesip atması şart.
Eren Balkır
27 Kasım 2016
Dipnotlar:
[1] Selnur Aysever, “Emrah Cilasun ile İbrahim Kaypakkaya Üzerine”, 30 Nisan
2017, Aykırı.
[2] Avakian ile ilgili bir eleştiri için bkz.: Pavel
Andreyev, “Bob Avakyan Eleştirisi”, 26 Ocak 2016, İştirakî.
Küba’yla Dayanışma
26 Kasım 2016
Devrimin İlhamı
26 Kasım 2016
Filistin'den Küba'ya Selam
26 Kasım 2016
Mandela ve Küba
Tarih Beni Aklayacak
Fidel
Selam Yoldaşa
25 Kasım 2016
İsrail'in Yeşil Boyası
23 Kasım 2016
Fark Yaraları
“Kolektif siyasi eylemler söz konusu olduğunda
sistemin bilindik stratejisi, magazinleştirme, karikatürleştirme ve
kitschleştirmedir”[1] tespiti doğru ise yazar, özünde solun büyük bir kısmını,
en azından son beş yıldır, sistemin bir parçası olarak görüyor olmalıdır. Çünkü
sol, Gezi gibi kolektif siyasi eylemlere tam da yazarın dediğini yapmıştır. Bu
edimi hâlen sürmektedir. Kolektif siyasi eylemi magazinleştiren,
karikatürleştiren, kiçleştiren, solun bizatihi kendisidir.
* * *
Gezi’de şehid düşen Ali İsmail’in yaşından ve
gençliğinden bahsedildiğinde “vah yazık” sesleri yükseliyordu kitleden.
Sistemin örgütlediği ve örgütlendiği moment, burasıdır. Hayat bireysel
tercihlere kapatılmakta, politizasyon imkânları bu tercihlerdeki kısıtlanmada
aranmaktadır. Maalesef Vatansever de o allı pullu, akademik metninde aynı yerde
durmaktadır. AKP’yi “burjuva devrimi” olarak selamlayan bir dergide yazmak, bu
oluşa mecburdur.
Çünkü yazara göre “kişisel olan siyasidir” mottosu,
asli nirengi noktasıdır. Bu, yıllardır “siyasi olan kişisel olanı sınırlandırmasın”
yaygarasının bir sonucudur. Sinan Çetin’in Prenses filmini giderek
içselleştirenlerin bugün AKP’ye cevap üretmeleri zaten mümkün değildir.
Doksanlarda sohbetlerin, iç oda tartışmalarının ana
konusu, politizasyon meselesidir. Politikanın nerede arandığı, ne tür bağlara
ve bağlama sahip olduğu meselesi, kısıtlayıcı bulunduğu için o sohbetlerin ve
odaların eşiğinden içeri girememiştir.
Aslı Vatansever, yaranın farkındadır, ama farkındalığı
yaralı değildir. Tek çiziğe, kırışıklığa tahammül edemeyen, özünde burjuva
değerini görme derdinde olan bir kurumun, akademinin parçasıdır, politikaya
ancak onun sınırları dâhilinde, bir konu [subject] olarak yer
açabilmektedir. Demek ki “sınırlandırmasın” diyenler, kendi sınırlarının
mahkûmudurlar.
Yazarın tek yarası, politikanın fiilî ağırlığıdır.
Kişisel olanda aranan politika, ağırlığın azaltılması içindir. Had bilmemek ve
hesap vermemek derdiyle politika, kişiselin sınırlarına çekilir. Devlet, gene o
kişi dolayımıyla örgütlenir. Kişinin kolektifle ulaşacağı menzil ve ufuk, bu
tür düsturlarla karartılır. Sistem, o menzile ve ufka düşmandır. Tüm hamleleri
bunun içindir.
* * *
20 Kasım Kartal mitingi, Yeni Kapı’dır. Kürd hareketi
ile CHP arasında tampon olarak örgütlenebileceğini zanneden Haziran’ın bu
mitinginin ilk bir saati, HDP’li gençlerin sloganlarını susturmak, dövizlerini
indirmekle geçmiştir. Kemalizme coşkulu bir selam çakan Kemal Okuyan Jr.’ın
fazla şekle, üsluba boğulmuş konuşmasında, bir tek CHP’ye “niye gelmedin?” diye
kızılmıştır. Miting, genel mânâda beklenen coşkuya karşın, sönüktür. Demek ki
coşku bile CHP’ye endekslidir. CHP’lileri örgütleyeceklerini zanneden yüksek
siyaset, CHP’nin en alçak siyasetine gerilemiştir. CHP’nin haddi ve sorumluluğu
vardır; ondan insan kapmak isteyenler, farklarını ancak hadsizlik ve
sorumsuzluk üzerinden çekebilmektedirler.
Kronolojik açıdan 15 Temmuz ardından TBMM’de oluşan
mutabakat, CHP-Haziran’ın Taksim mitingi ile boyutlandırılmış, çerçeveyi ise
Tayyip Yenikapı’da çizmiştir. 20 Kasım’da HDP’nin “meclise geri döneceğiz”
açıklaması yapması, bu açıdan tesadüfî değildir. Her şey tutarlıdır. Kriz
momenti sürprizlere kapalıdır.
Politika, büyük ölçüde kişiselleşmiştir. Kişinin
dertleri, bir tek Tayyip sayesinde politikleşebilmektedir. O süreçte önceye ve
sonraya yer yoktur. Dalda pişmiş armutları uygun bir silkelemeyle sepetine
doldurabileceklerini düşünmektedirler. Kimsenin, tarihsel-toplumsal gerilimlere
ve oradan oluşan çatlaklarda yaşanan sınıflar mücadelesine örgütlenmek gibi bir
derdi yoktur. “Bu bazı gruplar” ifadesi de sorunludur. Soyut kavramları örtü
olarak kullanıp yaraları ve farkları silmek yanlıştır. Kendini dünyayı yerinden
oynatacak kudrette görenler, kudret bağlamında oluşan farkları ve ayrışmaları
da göremeyecek, elindeki çekici her çiviye sallayacaktır.
Bu bulanıklıkta sol, AKP’de kendi ayna aksini
görmektedir. Buradan politika çıkmaz, çıkmayacaktır. Sosyalist olmak bile
kimliğe indirgenmiştir. Kişisel olana kapatılmıştır. “Vatansızım, ne idüğü
belirsiz insanım, yüceyim, yücedeyim”den başka bir şey söylenmemektedir. Çöpe
atılan eski ezberlerin kıymeti artık bilinmelidir.
* * *
“Aktif tanıklar” derneğinin de politika üretmesi
mümkün değildir. O dernek, sadece ranttan beslenirken, vicdanını temize çekmek
isteyenleri yan yana getirir. Geçmişin “dayanışma” sözcüğü dahi bu süreçte
dönüşür. Eskiden “karşılıklı sorumluluğa, tekâfül-ü içtimaiye”ye denk düşen
dayanışma, bugün sorumsuzluğun alanı hâline gelmiştir.
Doksanların ÖDP’sinde “Özgürlük” sözcüğü Devyol’un; “Dayanışma”
eski TKP’lilerin önerdiği kelimelerdir. İki kelime de tepe kadrolar onların
içlerini boşalttıktan sonra “partilenebilmişlerdir”.
Eğer faşizm olmamış devrimin boşluğuna doğuyorsa,
antifaşist mücadele o boşluğun hesabını vermeyenlere karşı verilecek kavgayı da
içeriyor olmalıdır. Ayrım ve fark yaralamalıdır, yaralar kanamalıdır.
Bir sol siyasetler toplantısında Gezi konuşulurken bu
karalamanın sahibi fakir, ancak şunları söyleyebilmiştir: “Gezi’nin ilk
günlerinde İstiklal’den ara sokaklara kaçan kitlenin önündeki bir grup, yolun
ortasındaki çukura o karanlıkta insanlar düşmesin diye kenetlenip bir halka
oluşturmuşlardır. Gezi hiçbir şey değilse işte bu halkadır, cemdir.” O
toplantıda bahsi geçen parti ve emeğin partisi olduğunu söyleyenler, “biz
Gezi’yi başka şekilde anlıyoruz” demişlerdir. Mitingler, kitlesiz pankartlar,
inanılmayan kelimelerin yan yana dizildiği sloganlardan önce bu mesele
sorgulanmalıdır.
* * *
Ancak kendisi gibi olana tahammül eden, küçük
gettolarından gayet memnun olanlar, fark yaralarından, yaralarının fark
edilmesinden rahatsızdırlar. Bu yüzden kendi benzerlerini aramaktadırlar.
Kişisel olmayanın siyaset dışına atıldığı, siyasete lâyık görmediği mevcut
gerçeklikte, kişileri aşan dinamikler, kavgalar, iğdiş edilmek,
magazinleştirilmek, karikatürleştirilmek ve kitschleştirilmek zorundadır. Buna
karşı vereceğimiz cevap, “ben genel bütünü gören, ona aktif tanık olan, özel
bir hedefe, esasen evine dönmeye çalışan özel bir kişiyim” olamaz.
Siyasi olanın kişiselleştirilmesi, kişisel olanın
siyasileştirilmesiyle at başı ilerler. Devrimcilik, politika, her daim eksik
olanın namluya sürülmesidir. Fark yaralarının kanatılması, o kanla geriye
dönüşsüz ayrımlar çekilmesi, elzem olan budur.
Eren Balkır
23 Kasım 2016
Dipnot:
[1] Aslı Vatansever, “Siyasi Eylemden Kişisel Trajediye”, 22 Kasım 2016, Birikim.